Language
Social Media

Your Cart

Sepetiniz boş!

My Account

Health Corner

Fonksiyonel Tıp Konferansları Üzerine Bir Manifesto

Fonksiyonel Tıp Konferansları Üzerine Bir Manifesto

Tıptaki En Acı Gerçek: Sen değişmedikçe sağlığın değişmez.

 

“Haplarla Değil, Kendinle İyileş”

Geçtiğimiz yıllarda kendime sık sık şu soruyu sordum: “Ben aslında neden bunca konferansa gidiyorum?” Fonksiyonel tıbbın kök neden yaklaşımına derinden inanıyorum. “Hastalığın kökenine inelim, sadece semptomu susturmayalım,” diyen bir anlayış benim için her zaman cazipti. Ama işte tam da bu nedenle, zamanla bu konferanslardan bilinçli olarak uzaklaşmaya karar verdim. Çünkü bir şey eksikti. Hem de en temel şey.

İlk Beş Dakika: Hepimiz Biliyoruz!

İşte salondayız. Boynumuzda yaka kartımız elimizde alelade bir çanta. Konferans salonuna giriyorsunuz. Sahne ışıkları parlıyor, sunucu sahneye çıkıyor. Bir saatlik konuşma başlıyor.  İlk beş dakikada hep aynı cümleler:

• Uyku çok önemli.

• Beslenme temel.

• Hareket şart.

• Stres kontrol edilmeli.

Peki sonra?

Sonraki elli beş dakika, bitmek bilmeyen slaytlar: bir dizi takviye, şifalı bitkiler, protokoller, kombinasyonlar… Sanki her dert için özel bir kapsül varmış gibi.

Oysa asıl amaç hastayı aktif kılmaktı. Ama gördüğüm tablo şuydu: Müdahaleler artıyor, ama hastalar pasifleşiyor.

İroni: Klasik Tıpta Daha Fazla Derinlik

İtiraf edeyim: İronik bir şekilde geleneksel tıp konferanslarında kendimi daha zenginleşmiş hissediyorum. Çünkü orada hâlâ “fizyoloji nedir, patoloji nasıl gelişir?” sorularına titizlikle eğiliriz. İnsan bedeninin büyüleyici işleyişini daha iyi anlarım. Temel bilimler vazgeçilemezdir. Temelsiz tıp olmaz. Fonksiyonel tıpta ise giderek “protokoller borsası” gibi bir hava hâkim oluyor.

 

Klinikte Sorulan Sorular

 

Ve işte sahadan gerçek örnekler. Konferans salonunda yankılanan bazı sorular hâlâ kulaklarımda:

• Gözleri mahmur uykusuz kalmış bir yönetici diyor ki: “Demansı önlemek için lityum almalı mıyım?”

• Her gün homini gırtlak işkembeyi dolduran Fast-food bağımlısı bir genç: “X ilacı hormonlarımı düzeltebilir mi?”

• Her gece her gece şarap içen bir kadın: “Osteoporoz için ne kadar kalsiyum almalıyım?”

• Yorgun, uykusuz bitkin genç bir anne: “Böbreküstü bezi desteğine ihtiyacım var mı?”

Soruların ortak noktası şu: Yaşam biçiminden kaynaklanan sorunlara bir hapla çözüm arıyorlar.

İlaç da Takviye de Çalışır — Ama Bir Süreliğine

Gerçek şu: Her ilaç işe yarar. Her takviye de. Ama sadece bir süreliğine.

Temel değişiklikler yapılmadığında hepsi pahalı bir tiyatroya dönüşür. İnsan bedenini kısa süreliğine kandırır, ama kalıcı bir dönüşüm sağlamaz.

 

Asıl İş: Hayatı Onarmak

 

Benim işimin en ayıklatıcı kısmı, karmaşık hastalıkları teşhis etmek değil. Asıl zorluk, bir hastanın önüne oturup uzun ilaç listesini, aynı uzunluktaki takviye listesiyle karşılaştırmak ta değil.  Her birini tek tek teşhislerle ilişkilendirmek hiç değil. Bir temel bilimci olarak genetik biliminin yardımıyla insanı ve hücrelerindeki kompleks hiyerarşiyi anlamaya çalışıyorum. Acıktığımda tokluk hormonunun neden glikoz ve perilipine bir adet P borç verdiğini araştırıyorum. Ama aynı şeyi borç vermesine rağmen sonuçta iki zıt etki nasıl olabiliyor? Sonra kendime şu soruyu sormak:

“Bu kadar çok desteğe, modern tıbba rağmen hâlâ sorun varsa, dünyada sağlık problemleri anormal derece artıyorsa acaba biz temelde bir şeyi mi atlıyoruz?”

Ve çoğu zaman cevabı buluyorum: Evet, atlıyoruz. O şey, hastanın gerçekte yaşadığı hayatı atlıyoruz. Ona doğru zamanda doğru şekilde müdahalede eksiklikler yaşıyoruz. Çoğu zaman ise doğru dozu hiç yakalayamıyoruz.

 

Görünmeyen Hasta Profili

 

Modern tıpta doktorlar bir hastalık uzmanı olmuşlardır. Mesleklerinde çok iyidirler. Üstelik “Zor hasta rahatsızlıkları” üzerine konuşmakta epey ustalaşıldı. Ama çoğu kez hastanın gerçek hayatına dair neredeyse hiçbir şey bilinmiyor.

• Çocuklarına yemek hazırlarken nasıl hissediyor?

• Kiminle yaşıyor?

• Kaç saat uyuyor?

• İşinde nasıl bir stres altında?

• İç dünyası boş mu dolu mu?

Bunlar olmadan “biyokimyasal yolları optimize ediyoruz” diyoruz. Gece dört saat uyuyan birine nörotransmitter oranlarıyla oynuyoruz. Kronik bunalım içindeki birine kortizol seviyesini dengeleme sözü veriyoruz.

 

Tıptaki En Acı Gerçek

 

Bugün geldiğim noktada şu cümle benim için bir manifestoya dönüştü:

  • share